20 Eylül 2015 Pazar

Louise

Louise Bourgeois'nın Henriette adlı çalışması. Renkli litografi, iris baskı, 1998.
17 Eylül 2015, Akbank Sanat, İstanbul
Epeydir Melih'le sergi gezmiyorduk. Perşembe işten vakitli çıkınca Taksim'de buluştuk. Meydanda Melih'i beklerken Gündüz Vassaf ile karşılaştım; bunun bir işaret olduğunu o an anladım. Kitap ve dokümanlarla dolu, ağzı açık çıkısını yere bırakmış, sekeye oturmuş, o da benim gibi bekliyordu. Kısaca merhabalaştık. Onu görünce aklıma gelen Pelin (Derviş), ertesi gün beni aramıştı. Aradığını geç gördüğümden cumartesi günü konuşabildiysek de verdiği haber beni çok mutlu etti. Gündüz Vassaf'la konuşmamın bir anlamı olduğunu anlamıştım.

Akbank Sanat'taki sergiye döneyim. Haberlerde Louise Bourgeois'nın (1911-2010) sergisinin açıldığını görünce heyecanlandım. Zira ülkemizdeki ilk sergisiydi. 19:30'da kapandığı için hızlı adımlarla Akbank Sanat'a yürüdük. Giriş ve bir üst katını sergiye ayırmışlar. Serginin adı "Louise Bourgeois: Dünyadan Büyük".
Bu Problemin Şekli Nedir? (Portfolyo), Louise Bourgeois, 19 adet litografi, 1999.
Akbank Sanat, 17 Eylül 2015, İstanbul


Louise Bourgeois, benim aklımda agresif ve provokatif bir sanatçı olarak duruyordu. Bir de döneminin erkek devleri içerisinde kadın olarak kendini kabul ettirmiş bir sanatçı olmasını dikkate değer görüyordum. Aslında "feminist heykeltıraş" olarak ün yaptı ama bu kadar çok yönlü ve içli bir sanatçıyı tek bir damgayla tanımlamak bana yanlış geliyor; kaldı ki anladığımız manada feminist olduğunu düşünmüyorum.
Sergideki en beğendiğim parçalardan biri: Kulak, gravür-suluboya, 2004.
Suluboya hemen de güzelliğini belli ediyor. Biliyoruz ki yaş aldıkça insanın kulağı büyür.
Tam kulak deliğini de muntazaman delgeçle delmiş, hoşuma gitti.
Akbank Sanat, 17 Eylül 2015, İstanbul
Esasen soyadı gibi Paris'te burjuva bir hayata doğmuş diyebiliriz. Anne ve babası Rönesans ve Ortaçağ halılarını restore ederek hayatlarını kazanıyorlardı. Choisy-le-Roi'daki atölyelerinde onardıkları halıları, Paris'in merkezindeki galerilerinde satıyorlardı. Kendisinin sanata yatkınlığı da, annesinin onarımda olan bir halının kayıp parçası için uygun çizim yapmasını istemesi ve onun da kayıp bölüm için başarıyla bir çizim yapması sonucu ortaya çıkar.
Siyah ve Mavilerin Şarkısı, Louise Bourgeois, litografi ve tahta baskı, 1989-1996.
Akbank Sanat, 17 Eylül 2015, İstanbul


10 yaşlarındayken babasının kendisi ve kardeşine İngilizce öğretmesi için tuttuğu İngiliz öğretmeninin sık sık babasının yatağına uğradığını görür. Tanıklık ettiği bu ihanet sonraki hayatını ve de sanatını şekillendirir.
Louise Bourgeois, İngilizce öğretmeni ve babasının sevgilisi
Sadie Gordon Richmond ile Bievre Nehri'nde, 1922.
Allah seni davul etsin Sadie, yıktın Louise'i!
18'ine geldiğinde Sorbonne'da Matematik okumaya başlayan Bourgeois, annesinin ölümüyle Matematik'ten Sanat bölümüne geçer. Babası modern sanatçıların işe yaramaz takımı olduğuna inandığından finansal desteği keser. Louise de okuldaki Amerikan öğrencilere Fransızca derslerde tercümanlık yaparak masraflarını çıkarır. Sonra Fernand Leger'nin stüdyosuna girer ve Leger ona ressam değil, heykeltıraş olduğunu söyler. 
Metamorfoz, Louise Bourgeois, gravür, 1999.
Akbank Sanat, 17 Eylül 2015, İstanbul
Ardından babasının halı galerisinin yanında baskı işleri satmak üzere bir dükkan açar. Ticarete atıldığından babası finansal desteğini bu sefer esirgemez. Bir gün içeri Amerikalı sanat tarihçisi Robert Goldwater girer ve bir Picasso posteri satın alır. Oradan buradan konuşurlarken evlenirler. Yıl 1938'dir ve deniz yoluyla New York'a giderler. Louise NYU'da sanat profesörü olarak kariyerini sürdürür. 
Kötü Anne, Louise Bourgeois, litografi, 1997. Akbank Sanat, 17 Eylül 2015, İstanbul
Şöyle yorumladım: Kadın ikizler, hatta üçüzler burcu; çocuk meme istiyor, kadın ruh hali nedeniyle emzirmiyor.
"Fransız değil, Amerikalı bir sanatçıyım." diyen Bourgeois'nın işleri Amerikalı çağdaşları Pollock ya da Warhol'a hiç mi hiç benzemez; o kadar ki Bourgeois bunları maço sanat olarak dışlamıştır. Ama ben hem kendisini hem de dışladığı Warhol'daki gösterişi sevebiliyorum. Demek ki hepsi bir şeyler sunabiliyor izleyiciye. 
Çiftler, Louise Bourgeois, litografi, 2001. Akbank Sanat, 17 Eylül 2015, İstanbul.
Bu çalışma Louise'in metafizik algısını harika yansıtıyor. Bize adeta düşlerimizi getiriyor.
Sergiye görmeyi umduğum bronz ve amorf formlu plaster heykelleri ile farkını ortaya koyan sanatçı, değişik form, materyal ve ölçeklerle çalışarak figür ve soyut arasında yönünü bulmuştur. Alamet-i farikası olan temaları ise yalnızlık, kıskançlık, öfke ve korku.
Çok hoşuma giden parçalardan biri: Karyatid, Louise Bourgeois, litografi, 2001.
Akbank Sanat, 17 Eylül 2015, İstanbul


Demiş ki "Art is a guarantee of sanity" - "Sanat aklıselimin garantisidir". Katılmamak elde değil. Aslında her birimiz -bir kısmımız farkında olmadan- her gün farklı şekillerde de olsa sanatla besleniyoruz ve hayatımıza damlalarca mutluluk katıyoruz.
Pink Days (serigrafi 2008), We Love You (gravür 2000) ve Merci (gravür 1992).
Akbank Sanat, 17 Eylül 2015, İstanbul
Benim gibi beklentisi olanlar için söyleyim: Sergide heykel yok; sanatçının 60 kadar desen, baskı ve gravür çalışmasını görebilirsiniz. 'Bayıldım, hastasıyım' diyemem, içerik biraz zayıf kalmış. 20. yüzyılın efsanelerinden kabul edilen Louise Bourgeois İstanbul'a gelmişken gitmemek de olmazdı tabii. 28 Kasım'a kadar Taksim'e yolunuz düştüğünde kısaca bir göz atmayı düşünebilirsiniz.
Louise Bourgeois, NY 20. Cadde'deki evinde, 1998.
87 yaşında çok tarz ve şirin görünmüyor mu?

17 Eylül 2015 Perşembe

Olimpizm Daima

Milli Atlet Rıza Maksut İşman. Resmin arkasına şunu yazmış:
1944, 19 Mayıs Stadyumu, Ankara. Resmi Çeken: Başbakan Fotografçısı.
Selamlar, bugün 88 oldum.
Rıza M. İşman
Çocukluk mentörüm ve teniste ilk antrenörüm Rıza Maksut İşman ile ilgili Atletizm Dünyası’nda çıkan özel haber ve yaptığımız röportajın linkleri burada:

http://atletizmdunyasi.com/haber/2414-bir-buyugu-yadetmek-riza-maksut 
http://atletizmdunyasi.com/haber/2415-riza-maksut-komple-bir-insandi

Yazıya konu olan mektubun eklerinden birini burada paylaşarak kıymetli Hocamı anmak istiyorum. İnsanlık, sahtekarlık, hakkaniyet, nezaket ve erdem konularında sıkça düşünmek zorunda bırakıldığım son günlerde Hocamın sözleri aklıma geliyor. Öğretileri halen işime yarıyor.

Atletizmde 35 Türkiye rekoru sahibi, ülkemizi Olimpiyatlarda temsil etmiş, Meydan Larousse’a geçmiş; atletizm, bisiklet ve tenise sevdalı bir yaşam süren bu spor insanının ve onun gibilerin değerinin bilindiğini düşünmüyorum. Ölümüne yakın zamanlarda madalya ve kupalarını vermek istediği ve çok büyük emeği olan Galatasaray Spor Kulübü umur etmemişti.

Nice öğrenciler, sporcular yetiştirdi. Sadece sporda başarı değil, komple bir insan olma yolunda onlardan bilgi ve görgüsünü sakınmadı. Kendini onlara vakfetti.

Kadir Has Üniversitesi Spor İletişimi Sertifika Programı’nda bilgilerinden yararlandığım değerli Hocam Attila Gökçe’nin de hep üzerinde durduğu “olimpizm” ruhuna, felsefesine birebir uyan bir kişi tanıdıysam o da Rıza Maksut İşman’dır.

Olimpizm bir dünya görüşü ve yaşam anlayışı. Vücut, zihin ve iradenin tüm niteliklerini çalıştıran ve birleştiren bir yaşam felsefesi. Sporu kültür ve eğitim ile kaynaştıran Olimpizm, çaba harcamanın verdiği mutluluğu, iyi bir örnek sunmanın eğitimsel değerini, sosyal sorumluluğu ve evrensel etik prensiplere yönelik saygıya dayalı yaşam tarzını oluşturmayı amaçlar. Bunu yaparken de insanî erdemlerin ve saygının korunmasına yönelik barışçıl birey ve toplumu hedefler. Detaylı incelemek isteyenler için olimpik aksiyonu da yöneten Olimpik Antlaşma (Olympic Charter) burada.

Yani Rıza Hoca, 12 yaşındaki biz öğrencilerine boşuna “kültür, kültürfizik, müzik” demiyordu. “İnsanda bu üçü birden olacak” derdi, “Bunlar olmazsa komple birey olmaz” diye de eklerdi. Şimdiki ortamımıza, yetişen gençlere ve devlet politikalarına bakıyorum da “kültür, kültürfizik, müzik”in esamesi okunmuyor. Her şey yanlı hale geldi, evrensel normlar hiçe sayılıyor. Dolayısıyla ülkemizdeki gençler ne yaparlarsa kendileri için ve kendi başlarına yapacaklar.

İşte Rıza Hoca’nın “kültür, kültürfizik, müzik” üçlüsünün “kültür” kompartımanına ait yazılarından birisi:
Rıza Maksut İşman'ın 14 Kasım 2000 tarihli mektubunun eklerinden birisi. Resmin üzerine tıklayıp büyütebilirsiniz.
Yazının altındaki el yazısını tam olarak okuyamayan olabilir:
Not: Disiplin nedir. Herhangi bir işin yapılması için o işin ehli olan kişiler tarafından en ileri bilgi ile düşünülüp programlama işi yapacak kişilerin vazifesi o programı harfiyen tatbik etmek mecburiyetinde olması düşüncesi ile, hazırlanmıştır. Aksi taktirde o işi bozacak, bozan kişilere iş teslim edilmez. Kendisi icap eden cezayı görür.
Daktilosunda kaleme aldığı bu metin, bana yazdığı 14 Kasım 2000 tarihli mektubun 3 ekinden biri. Shakespeare, müzik, mimari, hukuk ve teknik gibi konulara dahi değinen yazısının temeli Olimpizmi esas alıyor. Şurası çok çarpıcı: "Kültür, kültürfizik, müzik felsefesi sayesinde insanoğlu disipline edilmiş ve semeresini almış. Buna ters düşenler asırlar kaybedip ve hala da sporun 4 senede bir yapılan Olimpiyat Oyunlarında azimet (hezimet demek istemiş) içinde hüsranla memleketlerine dönerler." 

Ülkemizin sadece spor değil, hemen her alandaki durumu değerlendirildiğinde, disiplinden uzak, 'adam sen de'ci yapı gözlenebiliyor. Bunun için kendimizi daima bilmeli ve eksenimizin kaymaması için her zamankinden çok çaba sarf etmeliyiz.

Belki sonraki yazılarımda mektubun diğer eklerine de yer veririm. İlham vermesi dileğiyle…

3 Eylül 2015 Perşembe

Oliver

Oliver Sacks

"Ilımlı bir tabiatım var, sinirimi kontrol edebiliyorum, açığım, sosyalim, neşeli bir mizahım var, bağlanabiliyorum, kin tutmam ve tutkularımda dengeliyim."

Kötü hastalığa yakalandığını öğrendiğinde, David Hume'un bir günde yazdığı kısa otobiyografisi "My Own Life"da (Benim Kendi Kayatım) geçiyormuş bu. Hoşuma gitti kendini tanımlama şekli. Düşündüm hemen hepsi beni de tanımlıyor ama bir yerde ayrılıyorum: Tutkularımda dengeli filan değilim, olmak da istemiyorum. Dengeli nedir ya? Denge dediğin ne? Tam tersi mengene olmak istiyorum, mengene gibi sıkacağım bu hayatı korkusuzca. Ne de olsa tatavalarla yaşıyoruz.

Oliver Wolf Sacks... Tam zamanlı iki işi var(dı). Biri tıp, diğeri yazarlık ve bence ikisi de insan bilimi. O da kendini Hume'un yukarıdaki cümlelerinin bir kısmına ait hissettiğini, ancak tutkularında aşırı ölçüsüz olduğunu, asla ılımlı bir tip olmadığını, bilakis hiddetli şiddetli olduğunu, tutkularının peşinden delicesine gittiğini söylüyor. İkinci adı boşuna Wolf değil.
Oliver Sacks, Greenwich Village, 1961
İngiliz nöroloji profesörü ve hastalarının insan yönünü ortaya koyan kitaplarıyla çok satanlar listelerinden inmeyen yazar Oliver Sacks 82 yaşında öldü. 

Bir kitabıyla ona bağlanmıştım. Niye bağlandığımı da iyi biliyorum. 30 Ağustos'taki ölüm haberini duyduğumda ciddi şekilde içim yandı. Dünya çok güzel bir varlığını daha yitirdi. Oysa ona daha çok ihtiyacı vardı.

Son zamanlarda okuduğum en etkileyici yazılardan biri. Sacks'in kendi kaleminden 19 Şubat 2015'te New York Times'da yayımlandı. Hume'dan esinlenerek "My Own Life" başlığını verdiği bu yazıyı okuyun. Türkçesini isteyenler ise lütfen buradan.
Oliver, Curaçao Adası'nda yüzerken


Oliver'ın bir hastasıyla yaşadıklarını anlattığı Awakenings (Uyanış) adlı kitabı sinemaya uyarlanmış; filmde hastaya Robert de Niro, Oliver'a da merhum Robin Williams hayat vermişti. 

Oliver'la ilgili diğer anahtar kelimeler: Gay, motorsiklet delisi, yüzme manyağı, yahudi, madde bağımlısı (gençliğinde), CBE nişanı*, piyano, müzik tutkusu, LSD**. Hiçbirini de saklamamıştı.

* Bilim ve edebiyata katkılarından ötürü, Commander of the Most Excellent Order of the British Empire (CBE) - Britanya İmparatorluğu Onursal Mükemmelliyet Önderliği nişanını almıştı.
** Lizerjik asit dietilamidi. Halüsinasyon ve algı bozuklukları yapan, ayrıca ruhi ve fiziki alışkanlık meydana getiren psikodelik uyuşturucu madde. Sacks, bu sayede hastalarını daha iyi anladığını söylemişti.