29 Aralık 2015 Salı

Pes! Sesli Kaza ve Buran

Baaam! Soldan soldan gerçekten çarptı. Olamaz bu kadar! Direksiyona bu kadar hakim olamayan insanlara ehliyet verilmesin, yetkililere sesleniyorum. Eskiden ehliyet herkese verilmezmiş. Misal; annemin 1976 yılında girdiği direksiyon sınavı gayet iyi geçmesine rağmen, en sonunda polis, "Süratiniz fazlaydı" diyerek geçirmemiş. Pratik yapıp tekrar girmiş, ehliyeti öyle alabilmiş. Ne tesadüf ki babamın 1973 yılında girdiği direksiyon sınavındaki polis de ona şöyle bir bakmış ve "Sen çok gençsin, bir daha gir sınava" demiş. Mecbur o da bolca pratik yapıp tekrar sınava girmiş. Düşünün emniyet kemerinin olmadığı yıllar bunlar...

İstanbul trafiğinde 12 yıldır hemen her gün yollardayım. Bu başıma gelen ikinci kaza. Kullandığım mesafeler zorlayıcı olmasa da artan araç sayısı ve acemi sürücü bolluğunda, geçen cuma günü yaşadığım gibi kifayetsiz kaldığınız durumlar olabiliyor. Bundan önce kısmen benim dalgınlığımdan ufak bir kazaya karışmıştım. Fakat bu seferkinin olmaması için yapabileceğim hiçbir şey olmaması üzücü. Birinin bana sol yandan çarpıp aşağı doğru sürüklemeye başladığını ancak o şiddetli çarpma anında anladım. Büyük korktum. Nereden çıktın be kadın? O hızla U mu dönülür? "Sizi görmedim" dedi! Yolun ortasındayım nasıl göremedin Uzaylı Zekiye?! Oradan ben geçiyor olmasaydım park halindeki araçlardan biri uçacaktı kesin. Bir de Uzaylıyı teskin etmekle uğraştım. "Ayy dizim çok ağrıyor." diyor. "Ayy benim de boynum, ne olacak şimdi?" Böyle bir durumda önce bir 'geçmiş olsun' diyeceksin.

İş çıkışı oradan geçen ve kaskını çıkarmadan olay mahaline gelen Emre çok yardım etti. Meğer gelmiş ama ben onu tanıyamamışım, kaskla beklemiş bir süre. "Kavgaya direkt kaskla kafa atarak başlayım diye kaskı çıkarmayayım dedim de, kavga yokmuş" dedi sonradan, güldürdü beni. Babam da ışık hızıyla yetişti. Böyle bir durumda id hali ile baş başa kalan insanın (ben), tanıdık bir yüz görmesi yeryüzüne inmesini kolaylaştırıyormuş, onu anladım. Neyse, büyük bir şey atlattık. 

***********
Kardeşim Can'la aynı evin içinde epeydir görüşemiyorduk. Aralık ayının ilk cumartesisinde bir şeyler mi yapsak derken, Madrid'den aldığı pantolonu tadilata verecekti, birlikte çıktık. Önce İstinye Park'ta onu hallettik, ardından Kanyon'a geçtik. Hava bayağı soğuktu ama kahvelerimizi dışarıda içtik. Maalesef artık dışarı=cugara. Tek değil her yönden gelen cugara dumanı nedeniyle elimizde kahveler, erken kalktık ve alışverişe koyulduk. Can'a güzel kıyafetler bulduk indirimden. Bana da minnoş mu minnoş bir çanta. Tatlı bir şey. 

Tabii alışveriş, Can onu giyip bunu çıkarıyor derken uzun sürdü. Ardından Bebek'e inelim bir şeyler atıştıralım dedik. Işıklarda beklerken tam karşımıza Beşiktaş Belediyesi'nin bir konser afişi denk geldi. Borusan Quartet ve Burhan Öçal o akşam Fulya Sanat'ta. "A a müthiş bir kombinasyon!" dedik ikimiz de. Hemen Fulya Sanat'ı aradım ve yer olduğunu öğrendim. 

Konser öncesi Bebek'te çok leziz, yarısı başka diğer yarısı başka malzemeli pizzamızı hüplettikten sonra Baylan'a girdik. Can salep ve acayip bir tatlı tercihinde bulunurken ben de klasik puding ve çayımı içtim. Bu arada saat 18:30 olmuştu.
Ne haber Sitivv, Can İfindi helehölö tatlısından yiyor, vallahi tatlının adını unuttum şimdi.
5 Aralık 2015, Baylan, Bebek
Baylan'da beni mutlu eden bir şey oldu. Arap ama kendi aralarında 'English speakin' 'bir turist takımının oturduğu masanın arka kısmındaki dolabın içinde Demel'in ciltli kitabını gördüm ve heyecan bastı.
Avusturya'nın neredeyse 250 yıllık ünlü pastanesi Demel'e ait bir kitap Baylan'da ne arıyor?
Hoşuma da gitmedi değil yani. Biliyorsunuz Demel de Türktür, biz aldık ya birkaç sene evvel. 
Yani Baylan, kendine Demel'i mi örnek alıyordu yoksa saygısından mı o kitabı orada sergiliyordu? Her iki türlü de kabulüm.
Demel'in kitabından müthiş illüstrasyonlar. Can, 2010'da Viyana seyahatinden kalma bir
'Demel'e gidelim' komikliği vardı, of orada ne kadar gülmüştük ya... 
Araplardan çekindiğimden kitabı gidip arkalarından alamadım, garsondan rica ettim. Hemen getirdi. Demel'in özel reçetelerinin ironik illüstrasyonlar ve reçetelerin yapılmış orijinal hallerinin fotograflarıyla süslendiği Almanca ve çok kaliteli basılmış bir kitap. Çok beğendim.
Yine Demel'in kitabından şahane bir illüstrasyon, bayıldım.
Ekler pastasını temsil eden bir Matmazel Eclair.
Karınlar şiş vaziyette arabaya atlayıp Fulya Sanat'a vardık. Gişeden biletlerimizi alıp bekleme bölümüne geçtik. Bir süre sonra ufukta Hıncal Uluç göründü. Tabii onun da kaçırmayacağı türden bir konser. Ayrıca Fulya Sanat'a gelen orta yaş üstü kesimi tutuyorum. Bu kitle o bölgede oturan ve Fulya Sanat programlarını düzenli takip eden insanlardan oluşuyor.
Borusan Quartet ve Burhan Öçal konserinde, grup konseri O. Orçunsel'in Tanguera ve İ. Mirzayev'in Sarıkamış Türküsü ile açtı. Fulya Sanat Merkezi,  5 Aralık 2015, İstanbul
Burhan Öçallı Borusan Quartet bir başka çaldı. Kesinlikle orijinal ve harika bir performanstı. Alaturka ve klasiğin ya da doğu ile batının bu sentezinde insanlar klasiğe karşı rahatlaya da bilir bana kalırsa.
Ardından perküsyon ustası Burhan Öçal sahneye geldi ve cümbüş başladı. Öçal, konser boyunca oturma konumunun gruba uzak olmasından şikayet etti. Gerçekten de yerleşimde sorun vardı. Baksanıza viyolacı Efdal ile arasında büyük boşluk var. 
Burhan Öçal diyor ki; "Bizim Trakya'da 'h' harfi yok. Misal babam biz çocuklarını şöyle çağırırdı: 'Buran', 'Oran', 'İlan'". Çok güldüm. Adam işin kolayını bulmuş, bir harf bir harftir. 'İlhan' diyeceğine "İlan oğlum gel buraya!"

Konserden küçük bir kesit aşağıdaki videoda. Müthiş bir Trakya Karşılaması. Nasıl bir zenginliktir!


Konserin orta bölümünde Borusan Quartet'in seslendirdiği Burhan Öçal'ın "Eski İstanbul" adlı bestesini çok beğendim. Bir vurmalı çalgılar ustası olan Öçal'ın besteci yönü de kuvvetli. Bunun ardından da Aleksey Igudesman'ın "Yeni İstanbul" bestesini çaldılar. Eski ve yeni toplamında hoş bir bütünsellik oluştu. Aşağıda ikisini de sırasıyla paylaşıyorum.


Birisi henüz çok bozulmamış İstanbul'u, Beyoğlu'na grantuvalet çıkan hanım ve beyleri, mektup yazmayı, ölümsüz aşkları anımsatırken; diğeri artık alaturkalaşmış, herkesin at koşturduğu İstanbul'u, zengin ve fakirlerin karşılıklı mahallelerde villa ve gecekondularda oturduğu, hızına yetişilemeyen ve tüketilen bir İstanbul'u anlatıyor adeta.


İyi ki gitmişiz Can. Her zaman denk gelmiyor bu kadar güzeli...

13 Aralık 2015 Pazar

Salvador Domingo Felipe Jacinto Dalí i Domènech

Bugün Barcelona’ya 145 km uzaklıktaki Figueres’e gidelim dedik. Figueres de Katalunya bölgesinde ve Girona'ya bağlı bir kasaba. Figueres’ten 20-25 km sonra ise Fransa sınırı zaten. Figueres’te ne mi var? Figueres’i Figueres yapan biri var: Dali. Salvador Dali. Peki Figueres ne demek? İncir Ağacı.
Teatre-Museu Dalí - Dali Tiyatro Müzesi, 1974'te gerçekten de bir tiyatronun kalıntıları üzerine inşa edilmiş. Dali, müzesini tasarlarken buranın sansasyonel ve hayatının en büyük sürrealist objesi olmasını istemiş. Binanın dışı bereketi sembolize eden ekmek somunları ve saflığı, doğurganlığı sembolize eden dev yumurtalar ile kaplı. Dali 3 yaşındayken aşçı olmak istiyormuş zaten. Yani daha girmeden Dali sembolizmi ile karşılaşıyorsunuz. Çatıda bekleyen mankenler ise müzeye yaklaşan ziyaretçileri selamlıyor.


Bölge, mesafe, konum bilgilerinden sonra gelelim Dali’ye. Dali, çok vatanperver ya da şehirperver bir adammış. Çünkü kendi sağlığında doğum yeri Figueres’e bir müze yapmayı başarmış. Ezcümle Dali Müzesi olmasa, buraya hayatta gelmezsiniz. Es kaza gelseniz de yüksek ihtimal afra tafra yaparsınız. Oysa bu minik kasaba şu an bir çekim merkezi ve bunu Dali’ye borçlu. Müzeyi her yıl 1 milyondan fazla kişi ziyaret ediyor.
Dali Müzesi'ne girmeden önce zıplamacaya hazırlık esnasında yakalanmaca.
Bu arkadaki çalışma ise favorim oldu, o da mı Dali'nin acaba? 4 Kasım 2015, Figueres
Sürrealizmin babası Salvador Dali (1904 - 1989), binanın mimari ve dekorasyonunda da bu akımı sürdürmüş görünüyor. Bir 19. yüzyıl binası olan ve İspanya İç Savaşı sırasında yıkılan belediye tiyatrosunun yıkıntılarının üzerinde bugünkü Dali Müzesi oturuyor. Koyu pembe rengi, üzerine yapıştırılmış 3 topaklı ekmekler -ki bu ekmekler Dali'nin küçüklüğünde Figueres'de yapılanların aynısı- ve yumurtalarla bina, şehrin içinde ayrık bir kimlik gibi yaşıyor. Müzenin resmi adı da zaten “Teatre-Museu Dalí” yani Dali Tiyatro-Müzesi. Müze gerçekten de tümüyle teatral bir ortam sunuyor.
Gala'nın Dali'ye hediye ettiği siyah Cadillac, müze avlusunun en ikonik parçası
'Car-Naval - Rainy Taxi', 1974-1985.


Rahat bir yolculuktan sonra öğlen saat 1 civarı Figueres'e vardık. Arabayı müzeye yakın bir otoparka çekip dışarı çıktık. Hava açık ve güneşliydi. Pek kimseler yoktu. Müze girişi uzun kuyruklarıyla sezonda eziyet olabiliyor diye duymuştum. Biz ise sadece 9-10 çocuklu bir okul grubuna rastladık. Onun dışında bir özellik yoktu.
Car-Naval'ın içinde iki manken var. Biri erkek ve şoför mahalinde, diğeri ise kadın ve arkada oturuyor. Bu enstelasyonun 'naval' bölümü ise üstteki tekneden ileri geliyor. Bu da Gala'nın sarı balıkçı teknesi. Aracın üzerinde ise Ernst Fuchs'un hediye ettiği bir Queen Esther reprodüksiyonu oturtulmuş. 4 Kasım 2015, Dali Müzesi, Figueres.
İçeri girdiğinizde heyecanla baktığınız ilk yer, Dali’nin kendisine ait Cadillac otomobili üzerine yerleştirilen bir bereket tanrıçası sembolü ve hemen üstünde eşi ve hayattaki en büyük aşkı, ilham perisi olan Gala’ya ait teknenin oturtulduğu tasarımı içeren avlu oluyor. Söylendiğine göre teknenin altındaki mavi sarkıtlar prezervatiften yapılmış.

Car-Naval-Rainy Taxi dünyanın en büyük sürrealist enstelasyonu herhalde. Cadillac Dali'nin ama bir zamanlar gangster Al Capone'a aitmiş. Dali aracın camını kırmış ve kırıktan içerideki üzgün bir erkek manken görülebiliyor. Aracın üstündeki devasa Pers Kraliçesi Esther heykelini ünlü Avusturyalı sanatçı Ernst Fuchs hediye etmiş.
Gala'nın sarı balıkçı teknesi, Dali Müzesi, 4 Kasım 2015, Figueres.
Üzerinde eğreti bir şemsiye olan tekne ise değneklerle bir araba lastiği sütununa oturtulmuş. Sütunun üstündeki mermer büst ise Michelangelo'nun Kölesini temsil ediyor. Arabanın kenarından parayı attığınızda taksinin içine yağmur yağarken aynı zamanda en tepedeki şemsiye de açılıp kapanıyor. Nasıl bir hayal gücüdür ya. Çok seksi geldi bana.
Yağmurlu Taksi'nin avlusunda biraz oturmaca, etrafı izlemece, hoşuma gitmece, oradan kalkmak istememece... A a ama ben de iyiden iyiye Ferhan Şensoy'a bağlamaca... Dali Müzesi, 4 Kasım 2015, Figueres.


Girişte Müzenin haritasını aldık. Ancak baştan söyleyim, diğer müzelerden alıştığımız gibi eserlerin yanlarında açıklama etiketleri bulamayacaksınız. Çok az sayıda eserin yanında birkaç isim ve tarih var ancak genelinde yok. Bu durum bana şaşırtıcı geldi, hatta bir ara “Bu ne biçim iş” diye söylendim. “Heykele bak, enstelasyona bak, resme bak, halıya bak, ona buna bak ama ne olduğunu tam anlama; kafan karışsın, sanatçının onu yaparkenki ya da oraya koymaktaki maksadını ise hiç mi hiç anlama, tamam mı bebişim” gibi bir felsefe söz konusu Müzede.
Avludan cam kubbenin altındaki iç binaya geçtiğimizde, devasa büyüklükler ve mekanla karşılaşıyoruz. Burada meşhur
“Gala Contemplating the Mediterranean Sea Which at Twenty Meters Becomes the Portrait of Abraham Lincoln (Homage to Rothko)” tablosu var. O kadar güzel yerleştirilmiş ki birçok açıdan izleyebiliyorsunuz. Yakından baktığınızda Akdeniz güneşine dönmüş Gala'yı, uzaktan baktığınızda da Abraham Lincoln'ü görebiliyorsunuz. Dali'nin görsel algıyla ilgili okuduğu bilimsel bir makale üzerine 1976 yılında piksel piksel tasarladığı harika bir eser (tuval üzerine yağlıboya ve kolaj). Dali Müzesi 4 Kasım 2015, Figueres.


Bunu Müzeden çıkarken Katalan müze görevlilerine sormadan edemedim. Sorduğum ilk kişi anlamasına rağmen cevabını bilmediğinden yanındaki arkadaşına dediklerimi Katalanca çevirdi. Arkadaşının yanıtı ise “Böyle olmasını Dali istedi, izleyicinin kendi yorumunu yapmasını tercih ediyordu.” şeklindeydi. “Ayyy zort!” diyesim geldi. Beğenmedim cevabı. “Eeeyyy Dali! Sen o eserleri yaparken hangi hülyalar altında olduğunu bir yazsaydın da ben önce kendi yorumumu yapar, ardından senin açıklamaları okurdum.” derdim herhalde Dali’yle Müzede karşılaşsam. Müze görevlisi öyle dedi ama inanmayın, tamamının olmasa da birçok eserin tarihçesi ve açıklamaları müzenin internet sitesinde var.
Nasıl bir görsel zenginliktir! Uzun süre sağdakinin ne olduğunu anlamayamadım, kulak içi herhalde diye düşünürken meğer ters ayakmış. Dali Müzesi, 4 Kasım 2015, Figueres.


Müze, tasarımı ve içindeki tüm detaylar dahil Dali’ye ait olmak üzere 1974 yılında kurulmuş. Dali’nin 1904-1989 yılları arasında resim, çizim, heykel, kuyum, hologram, stereoskopi, fotografçılık ve benzeri alanlarda yaptığı binlerce eserini barındırıyor. Empresyonist, fütürist, kübist ilk çalışmalarından tutun da sürrealist tasarımlarına kadar her şeyi burada görmek mümkün.
Çekmeceli Venüs bana göre 20. yüzyılın en manidar çalışmalarından. Venus of Milo with Drawers, 1964.
Sağ tarafta da şu an Louvre'da bulunan Antik Yunan'ın gerçek Venus of Milo'sunu görebilirsiniz.
Çekmeceli Venüs, Antik Yunan eşinin birebir boyutunda. Dali sembolizminde çekmece, hafıza ve bilinçaltına işaret ediyor.
Yani gizli kalmış sırlar da denebilir. Alındaki çekmeceyi açsak kimbilir neler dökülecek!
Dali’nin uluslararası kariyeri 1928’de Paris’e gitmesi ve Breton dahil oradaki sürrealist grubun kendisini kabulü ile başlıyor.
1. kattan avlu ve Yağmurlu Taksi. Hey Esther, memelerin patlamak üzere, haberin olsun!
Müzede birçok oda var. Bunlardan biri, Dali’nin hayran olduğu Amerikalı vodvil yıldızı Mae West için tasarladığı oda. Dali bu odayı 1934-35’lerde yaptığı bir resim olan “Il volto di Mae West” adlı çalışmasında esinlenerek oluşturmuş. Odaya girdiğinizde sağdaki birkaç basamakla çıkıp mercekten aşağı baktığınızda, kulağında küpe ve gözünde maske ile bir kadın yüzü fark ediyorsunuz. Dali bu eserinde Amerikan artisti Mae West’i çalışmış.
Mae West Odası. West biraz cinsel sembol de olmuş zamanında Amerika'da. E Dali'nin cinsellik algısı ile birleşince böyle bir tasarıma şaşmamalı. Tabii Lincoln, West ne oluyor bu Amerikan işleri dersek, Dali bize 'Amerika benim 2. vatanım.' diyecektir. Bu arada ben de West'in küpesini beğendim, asılıyorum. Dali Müzesi, 4 Kasım 2015, Figueres.


Enstelasyonda West’in kırmızı rujlu dudaklarını, ona benzetilmiş bir koltuk, burnunu bir şömine ve gözlerini de iki tablo temsil ediyor. Esasen bu dudak koltuğu da 1930’larda İngiliz sürrealizm tutkunu koleksiyoncu Edward James sipariş etmiş. Sanırım bu koltuk 20. yüzyılın en ikonik tasarım mobilyalarından biri. 

Aslında bu parçadan bende de var diyebilirim. Dali 2008 yılında İstanbul’a geldiğinde, sergi çıkışında satın aldığım tek eşya buydu. Tabii benimki avuç içi kadar ve bozuk para cüzdanı olarak tasarlanmış bir dudaktan koltuktu. Uzun süre kullandım. Miniskül çantalarımın içine sığan tek bozuk para çantasıydı.
Fifty Abstract Paintings Which as Seen from Two Yards Change into Three Lenins Masquerading as Chinese and as Seen from Six Yards Appear as the Head of a Royal Tiger, 1962 (Mukavva üzerine yağlıboya ve guaj). 
Mükemmel bir görsel algı oyunu daha... Kelimeler yetersiz.
When it falls, it falls, 1972-73. Katalan filozof ve arkadaşı Francesc Pujols'a ithaf ettiği bir eseri. Dali'nin meşhur saati, ekmek somunları ve kadınların burunlarının nasıl sarkıp aktığını görüyorsunuz. Tik tak, zaman geçiyor.
Çılgın yatak odası. Sağ altta Kapalı Çarşı'dan getirttiği ayakkabı cila kutusu. Duvarda eriyen saatlerinden kilim, oturma köşesi, orangutan heykelinden abajur. Kim uyumak istemez ki bu yatakta, değil mi ama? Yatağın ayakları da baluk kafalu.

Taçlandırılmış Gala logosu ve Gala.

Gergedanlara olan bağımı Dali de bilmiş olacak ki, bir kuple gergedan bulabildim Müzede.
Dali Müzesi, 4 Kasım 2015, Figueres. 
Sürrealizm diyoruz ama burayı gezdiğinizde Dali’nin bilime olan büyük tutkusunu hissedebiliyorsunuz. Eserlerine mistik gözüyle bakmaktansa hep bu gözle bakmak gerek. 
Dali'nin 3 boyutlu stereoskopik çalışmalarından biri: Dalí Lifting the Skin of the Mediterranean Sea to Show Gala the Birth of Venus, 1977. Bu eserde yağlıboya üzerine 101x101 iki tuval var. Böylece hem 3D etkisi hem de renk olarak optik bir karışım elde edilmiş oluyor. 
Bilime olan merakı çok küçük yaşlara dayanıyor. Bilhassa optik ve matematik. Kütüphanesinde yüzden fazla bilim kitabı var ve o yıllardaki bilimsel gelişmelerden uzak kalmamak için de birçok süreli yayına, dergiye üye. İzleyicinin iç ve dış gerçekliğini o aynı tek anda gösterebilmek için aynaları kullanarak görselliğe boyut kattığı stereoskopik çalışmaları çok meşhur.
Dali'nin 1973 Sonbaharında Portlligat'da (Cadaqués'e bağlı Akdeniz kıyısında Gala ile yaşadığı kasaba) yaptığı 'Gala'nın Ayağı' adlı çalışma yine stereoskopi yöntemi ile oluşturulmuş. Bu resim yapıldığında 80 yaşında olan Gala'nın neşesine bakın. Fiyonklu tokalar takmayı da çok severmiş. Dali de onu böyle güzel çizmiş.




Buna bayıldım! 'Şafak, Öğlen, Öğleden Sonra, Alacakaranlık' adlı kontplak üzerine yağlıboya resim, 1979. Gölge oyunları muhteşem. Böylece Dali zamanın akışını tek bir parçada göstermiş oluyor. Dali buradaki kadın figür olarak
Dali, İspanyol ressam Velazquez'in büyük hayranı. Müzenin Velazquez bölümünden bir heykel:
Bust of Velazquez turning into three figures, 1974. Burunda diz çökmüş bir rahip, 
alında yine Velazquez'in Las Meninas yemeği ama 3. figürü seçemedim halen.
Müzenin avlusunda zıpla çocum denemeleri, Dali Müzesi, 4 Kasım 2015, Figueres.














Kırmızı gel buraya, yakalacağım seni! Otu çocum! Dali Müzesi, 4 Kasım 2015, Figueres.

Müzeyi gezmek neredeyse tüm günümüzü aldı. Sonrasında ana binadan çıktık ve girişte aldığımız biletle Dali’nin 1941’den 1970’e kadar tasarladığı mücevherlerin sergilendiği ek binaya geçtik. 2001 yılında açılan bu bölümde Dali’nin çizimlerini yaptığı ve mücevher firmalarının da gerçek taş ve mücevherlerle birebir gerçeklerini oluşturdukları 37 dünya harikası tasarımı görebilirsiniz. Bazılarına bayıldım ve takmak istedim. Satılsa bazıları kaç milyon dolara gider acaba bu takıların? 
Dali'nin tasarladığı mücevherler. Dali Müzesi, 4 Kasım 2015, Figueres.

Dali bunları önce kağıda çizmiş ve şekil, renk, kullanılacak materyal dahil her ayrıntıyı hesap etmiş. Bunların hayata geçirilmesi ise New York’ta yine Dali’nin gözetiminde bir stüdyoda gerçekleşmiş. Benim görebildiğim kadarıyla, değerli maden olarak altın ve platinyum vardı. Değerli taş olarak ise elmas, yakut, zümrüt, safir, topaz, mercan ve akuamarin taşları vardı. İncileri ise saymıyorum bile.
Dali ve Gala, 1964
Dali, idolü Gala ile (asıl adı Elena Diaranoff) 1935’te evleniyor. Dali kendisinden 10 yaş büyük Gala ile tanıştığında ikilinin arasında büyük bir aşk doğuyor. Ancak Gala, o anda Fransız şair Paul Eluard ile evli ve bir de kızları var. Gala’nın ayrıca Max Ernst ile de ilişkisi olmuş. Paul Eluard ise Dali’nin yakın arkadaşı ve Gala ile Dali evlenirlerken şahit olarak orada bulunuyor. İkilinin tutku dolu ve olağanüstü olarak tanımlanan evliliklerinden çocukları olmuyor, ki Dali bunu ideal birliktelik olarak yorumluyor. Gala’nın 1982’de 88 yaşındayken ölümünden sonra Dali, Pubol’de bulunan ve daha önce Gala için satın aldığı şatoda geçiriyor zamanının çoğunu.
Burası yatak odasına da açılan Palace of the Wind Galerisi ve aynı adlı tuval üzerine yağlıboya tavan çalışması (1972-73). Ayaklar kime ait sizce? Tabii ki Dali ve Gala'ya...
Gala, 1894’te Tataristan’ın başkenti Kazan’da entelektüel bir ailenin kızı olarak doğuyor ve 18 yaşında verem tedavisi için İsviçre’ye gönderiliyor. Paul Eluard ile de orada tanışıyor. Gala, öylesi böylesi derken, aslında sürrealist akımın en önemli üç temsilcisine de ilham kaynağı olmuş baksanıza: Eluard, Ernst ve Dali. Bu Gala başka Gala! Hey Tatarım benim be! Sürrealizm akımı sayende üretmiş resmen. Dali’nin bu kadar ünlü bir ressam haline gelmesinde Gala’nın büyük rolü oluyor, zira Gala aynı zamanda Dali’nin menajerliğini de yapıyor.
En üstteki meşhur Galatea of the Spheres, 1952.
Burada Rönesans sanatı ile atom teorisini birleştirmiş. Galatea ise mitolojide bir peri kızı.
Bir sanatçı nasıl bu kadar çok yönlü olurken kafası yönetim-idare işlerine de çalışabiliyor? Şaşırmamak elde değil. Mimari dahil elinden gelmeyen yok gibi.
Farklı bir katın girişinde eğlencelik. Dali Müzesi, 4 Kasım 2015, Figueres.


Dali ile ilgili hoşuma giden bir anekdot: Aralık 1955’te beyaz bir Phantom II Rolls Royce’u 500 kg karnabahar ile doldurmuş ve İspanya’dan Paris’e kadar o şekilde sürmüş. ‘Her şey karnabaharda biter’ diyen Dali, sonradan bir gazeteciye karnabaharın logaritmik kıvrımlarından çok etkilendiğini açıklamış.
Dalí Seen from the Back Painting Gala from the Back Eternalized by
Six Virtual Corneas Provisionally Reflected by Six Real Mirrors, 1972-73.
Dali'nin 3. boyuta giden yoldaki stereoskopik çalışmalarından biri...
Favorim ise Dali’nin kedisi Babou. Bu aslında kedi değil de mini leopar; bu tür (ocelot-oselo leopar kedisi) esasen vahşi sınıfta yer alıyor. Dali, 1960’larda edindiği bu Kolombiya menşeili güzelliğe tasma takıp hemen her yere taşımış. Bir gün Manhattan’daki lüks bir restoranda masaya yatırınca, beraberindeki bir hanım korku dolu anlar yaşamış; Dali de ona demiş ki ‘Korkmayın, bu aslında normal bir kedi. Ben boyadım üzerini geometrik desenlerle.’ Çok güldüm ya…
Dali ve leopar kedisi Babou, 1965
1989’da kalp sorunları nedeniyle ölen Dali, kendi müzesinin altına gömülmeden evvel tam 20 bin kişi açık tabutunu ziyaret etmiş. Dali yaklaşık 87 milyon dolar da miras bırakmış. Yönetimsel dehasını bir kez daha teyit ediyoruz böylece.
Smiling Venus, 1921. Bu mukavva üzerine yağlıboya resim de favorilerimden.
Arka taraftaki noktalama tekniği ve yukarıdaki siyah kuş dikkat çekici.
Venüs'ün sarkastik suratı da yine Dali'nin antik Venüs'lerle dalgasını geçtiğini anlatır gibi...
Timsaha bak sen, ampul elinde. Benim neyim eksik oscar heykellerinden. En sondaki resme bakın, Süleyman Demirel değil mi o ya?! Demirel'in beyni adeta akmış, o da 'dur ben bi beynimin de üzerine çıkayım' demiş.

Dali 2008 yılında Sabancı Müzesi’ne geldiğinde, sergiyi Loni’yle beraber gezmiştik. O zaman için o serginin bir özelliği de Dali’nin ilk kez Müslüman bir ülkede sergilenmesi idi. Dali’nin gerçek üssünü de beraber gezmek kısmetmiş.
Dali'nin en meşhurlarından: Soft Self-Portrait with Grilled Bacon, 1941.
Dali kişinin varlığını ruhunun değil de derisinin temsil ettiğine inanırdı.
İşte 1945 tarihli ünlü Galarina. Dali, bunu 6 aylık bir sürede günde 3 saat çalışarak yapmış.
Sonsuza kadar dediği aşkı Gala'yı 'o benim ekmek sepetim' diye tanımladığı çalışma da bu aslında.
Dikkatli bakın, Gala'nın göğsü ekmek kabuğu...
Yine çok çok beğendiğim ilk dönem eserlerinden biri:
Muchacha de Figueres (Figueres'li Kız), 1926. Ahşap panel üzerine yağlıboya.

Dali diyor ki: “Evrenimizde başka dünyaların da var olduğu kesin. Ama her zaman söylediğim gibi, bu başka dünyalar içimizde ve Dali Müzesi’nin kubbesinin tam merkezinde oturuyor. Bu da sürrealizmin yeni, umulmadık ve halusinatif dünyası.”
Girona'da akşam. Merkezi bir yerdeki kitapçının vitrininde bir Orhan Pamuk kitabı. 4 Kasım 2015, Girona.
Çıkışta çok acıkmış olduğumuzdan gayet turistik bir yerde atıştırdık ve Barcelona dönüşünde, yol üstündeki Girona'ya uğramaya karar verdik. Girona, Ortaçağ'dan beri Yahudilerin yerleşkesi olmuş, şirin bir yer. 1492'de baskılara dayanamayıp göçe zorlanan Yahudilerin ciddi bir kısmı da Girona'dan yola çıkmış. Kabalistik okul bile var burada. Dar sokaklarındaki küçük ama şık restoranlarına ise bayıldım.