20 Aralık 2011 Salı

kış kış Kış! sağ ol Caro!

Kışı çok sevmem. Her şey kapalı olur. Ortam kapalı, hava kapalı, balkon kapısı kapalı, insanlar da kapalı, hatta boğazlı kazaklı, gözler yarı kapalı. Niye kış uykusuna yatmıyoruz ki, işi bilen yatıyor, ne güzel sonra hep bahara uyanıyor. Aslında bizim de metabolizmamız ve belleğimiz kış uykusuna yatıyor da biz direniyoruz kışın zorlu şartlarına. Ne bu asilik ya…

Asilik etmeyip kış uykusuna yatmış olsam bile, çalındığı anda beni uykudan gayet formda uyandıracak bir albüm var: Caro Emerald’ınki. Esasen Caroline Esmeralda van der Leeuw. Bildiğin Esmeralda yani ama tek farkla, Fransız değil Hollandalı caz vokal. Küçükken okuldaki bir tiyatro oyununda öğretmeninin şarkılı rolü ona vermesiyle, sesi keşfediliyor ve öğretmenini dinleyerek caz okumak için Amsterdam Konservatuvarı’na gidiyor.

İlk albümü Deleted Scenes from the Cutting Room Floor (2010) Türkiye’ye yeni geldi, geçen ay gittim aldım hemen. Hala cd alışverişi yaptığımdan benim için önemli bilgi bu. Hollanda’da satış rekorları kıran albüm, Michael Jackson’un Thriller rekorunu da 30 hafta boyunca liste başı kalarak egale etmiş. Bu sonuç çok hoşuma gitmedi; araya para sıkışmıştır kesin, yoksa Thriller’ı geçemez bence. Ama Caro acayip tatlı pop-caz şarkıları yapmış 40-50’li yılların müzik ve filmlerinden etkilenerek, sesi özgür ve çok enerjik…


Bu şarkıların bana hayal ettirdiği mutlu bir etkinlik var, bir gün birisi düşünür düzenlerse katılırım artık, yeni yıl için de olabilir aslında, kafamda içe sine oturdu. Tamirane, Babylon gibi mekanlar düşünsün bunu ama mekan büyük olmalı, Otto da değerlendirebilir esasında.

Tabii bunun için Caro önce buraya gelmeli, sonra herkesin 40’lı 50’li yılların kostümleriyle katılacağı bir etkinlik olmalı, düz konser demek yazık olur; Caro orkestrasıyla şarkılarını söylerken arkada önce Sabrina, sonra Roma Tatili, sonra The Apartment, sonra da Potiche filmleri gösterilmeli. 

Vintage kokteyller ikram edilirken, herkes o dönem danslarını icra etmeli; erkekler reveransla kadınları dansa davet etmeli. Köşede duran duvar piyanosu aslında piyano değil, kokteyl yapıcı olmalı, birkaç tuş kombinasyonuyla tepesinden bardaklar, kadehler dolu şekilde yarısı yere dökülerek fırlamalı, herkes rengarenk kendi içkisini hazırlamalı (bu içki yapıcı için biraz Boris Vian’dan etkilenmiş olabilirim.) 
Caro Emerald

Gelenlere o günün anısı olarak, üzerinde hacıvat-karagöz olan yoyolardan dağıtılmalı, yoyonun ipini yere salınca, yoyo Caro’nun şarkılarından Stuck’ı çalmalı. Yoyoların dağıtılmasıyla herkes sinyali almış gibi “Mayom içimde!” diye bağırırcasına üzerindeki kostümü atmalı, altından milenyum kıyafetleri çıkmalı ve yoyo gibi zıpzıplamaya başlamalı.

(Bir hafta önce Londra’daki konserine giden bir arkadaşım, Caro’nun çok güzel bir şov yaptığını, sahneye 50’lerin kostümüyle çıktığını, dekorunun da buna uygun hazırlandığını anlattı. Ama benim hayalimdeki şov, daha ilgi çekici bence.)

Ama ben yine de oraya (50’li yıllardan olmayıversin kime ne) Batman kostümüyle gitmeyi tercih ederim -ya da birisi bunu tercih etsin lütfen- stilize bir Batman olabilirim, belki biraz sırt ve kol kasına ilave olarak bir platformun üzerinde de durursam sorun olmaz sanırım, nasılsa yüzüm kapalı olacak.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Gençlik iyidir: TUGFO


Cumartesi gecesi Avusturya Kültür Ofisi’nin, ALEV ve Beşiktaş Belediyesi işbirliği ile Fulya Sanat Merkezi’nde gerçekleştirdiği yılsonu konserindeydik.

Çok kıymetli Özden Teyzem ve Esen Ablamla konser öncesi güzel yemeğimizi yedik, birer kadeh şarabımızı içtik ve uzun zamandır izleme fırsatı bulamadığımız Cem Mansur’u, yeni oluşumu Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası (TUGFO) ile izledik.

1998-2011 yılları arasında Akbank Oda Orkestrası’nın daimi şefi olan Mansur, Akbank’ın Haziran 2011’de Orkestra’yı ‘stratejik’ nedenlerle kapatmasının ardından, 2007 yılında konservatuar öğrencisi genç müzisyenlerin katılımıyla kurduğu gençlik filarmoni orkestrasına odaklandı. Akbank ise bu orkestrayı öncü sponsor olarak destekleme kararı aldı. Bu iyi de, koskoca Akbank, keşke hem kendi oda orkestrasını korusaydı hem de gençlik orkestrasını destekleseydi.

Neyse, konsere odaklanayım ben... Orkestra ve program (Mozart, Mendelssohn-Bartholdy) başarılı idi. Orkestraya, virtüöz sanatçılar, Avusturyalı kemancı Wolfgang David ve Yugoslav konser piyanisti Natasa Veljkovic eşlik ettiler. Veljkovic’in üzerindeki güllü dallı geleneksel kostüm ise, bazı çok modern! görüşlü hanımlarımız tarafından -ağız kapama jesti eşliğinde- gülüşerek kınandı.

Ancak konser, bir yılsonu konserine göre son derece sönük geçti. Konserde zincirli çantalarını yere düşürenler mi, su içerken elindeki pet şişeleri sıkarak çatır çutur ses çıkaranlar mı ararsınız, elindeki yelpazesi (yelpaze çıtçıt sesi çıkarıyordu, tabii arkadaşımız orkestrayla bir harmoni yaratmak istemiş de olabilir.) ile havalanmaya çalışanlar mı görmek istersiniz, en ön sıranın tam ortasında oturduğu halde, birdenbire koşarak salondan çıkıp sonra sanki kendine özel ara verilmiş gibi konser devam ederken, aynı yerine (tekrar ediyorum: en ön orta!) koşarak oturanları mı izlemek istersiniz… Bunların hepsi bu konserde vardı. Orkestra bis yapmadı. Tabii hassas kulaklarının tüm olan biteni duyduğuna eminim. Sonucunu da gayet doğal karşıladım o nedenle. Bense en azından biste orkestraya alkışla eşlik ettiğimiz bir kapanış isterdim, ne de olsa yılsonu konseri…

Mansur’lu Gençlik Filarmoni'nin, daha çok konserler vermesini ve güzel işlere imza atmayı sürdürmesini diliyorum. Daha şimdiden, turne programları, yurtiçi ve yurtdışı olmak üzere gayet yoğun…

Bu konser organizasyonu ile ilgili dikkatimi çeken başka bir konu da; Avusturya Kültür Ofisi’nin davetiyesinde, “Şef Cem Mansur eşliğinde, Türkiye Gençlik Filarmoni Orkestrası” yazmasına ve fotograf olarak da 95 kişilik tam orkestraya yer verilmesine rağmen, konser alanına vardığımızda salondaki stantta “Türkiye Gençlik Filarmoni Oda Orkestrası…” yazdığını fark ettim. Ve konser gerçekten de 25 kişi civarında bir orkestra ile gerçekleşti. Bu aldatmaca, konsere katılan kaç kişinin dikkatini çekti bilmiyorum ama kanımca konser anında bile protesto edilebilecek kadar nahoş bir durumdu.

6 Aralık 2011 Salı

This is it!

25 Haziran 2009: Dünyanın tartışmasız en büyük yıldızı, idolü, “pop’un kralı”, Los Angeles’ta 50 yaşında vedasını yaptı: Kalp krizi... Yaşasaydı, 8 Temmuz 2009’da “This is it” adlı konserler dizisine başlayacaktı.

Yeteneği Allah vergisi... Albümleri tüm dünyada 750 milyondan fazla sattı, 13 Grammy kazandı, tüm bunlarla beraber, hayatını insanları şaşırtarak geçirdi; skandallar, yanlış estetik ameliyatlar, sürreel bir yaşantı...

‘İstemeden’ ölümüne neden olan özel doktoru Conrad Murray’nin dava sürecini CNN’den canlı takip ettim. Dava altı hafta sürdü ve tam bir Amerikan filmi gibi geçti. Birkaç yıla gerçekten filme de çekerler. Davada 49 şahit dinlendi ve 300’den fazla delilin incelendiği belirtiliyor.

Dr Murray ve Yargıç Pastor
Kardiyolog Murray, ayda 150bin dolara Jackson’ın özel doktoru olarak çalışıyor ve haftanın 6 günü yanında kalıyor. Benim anladığım Jackson’ın kişisel eczanesi görevini görmüş ve ne kadar bağımlı olduğu ilaç varsa sağlamış. Öyle ki had safhada uykusuzluk çeken sanatçıya tamamen hastane ortamında verilmesi gereken ve verildiği doz da son derece kritik olan, Michael’ın “uyumamı sağlayan süt” dediği propofol maddesini (anestezik ilaç) ve beraberinde bazı yatıştırıcıları yüksek dozda veriyor.

Olay gecesi, 911 arandıktan tam 5 dakika sonra eve gelen ilk paramediğin ifadesi çok çarpıcıydı. Söylediğine göre; Doktor delirmiş gibiydi ve sordukları hiçbir soruya tam cevap verememiş; Jackson’ın hiçbir ilaç kullanmadığını söylemiş, uyuması için verdiği yüksek doz propofolden ise hiç bahsetmemişti. Avukatın “Yerde yatanın Michael Jackson olduğunun farkında mıydınız?” sorusuna, “Evet, farkındaydım” diye cevap veren tanık paramedik, “Peki, yüzüne baktınız mı?” dediğinde, “Hayır, bakmadım, o an sadece hayat kurtarmaya odaklanmıştım.” dedi. Sonra Jackson’ın fiziksel görünümü sorulduğunda, aşırı derece zayıf olduğunu, sanki kronik bir hastalıktan muzdaripmiş gibi göründüğünü belirtti ve “Eve o kadar hızlı geldik ki kurtarabilirdik!” dedi. İkinci paramedik ise eve geldiklerinde çoktan ölmüş olduğunu söyledi. Ama dört tecrübeli sağlıkçının tüm çabalarına rağmen o kalp geri dönmek istemedi.

Kathy Hilton, en yakın arkadaşlarından
Doktorun avukatlarının savunması ise, Jackson’ın son iki aydır zaten perişan halde olduğu; ekstra doz propofolü, Doktorun odada olmadığı sırada Jackson’ın kendisinin aldığı, dolayısıyla da ölümüne kendisinin neden olduğu üzerine kurulmuştu. Ayrıca, mahkemede Jackson'ın ölmeden önce her açıdan perişan durumda olduğunu kanıtlamak için bir video da gösterdiler. Londra'da vereceği "This is it" konser turu öncesinde Mart 2009'da düzenlediği basın toplantısı görüntülerinden oluşan videoda, Jackson bitkin görünüyordu. Doktorun avukatları, aslında 10 konser olarak planlanan organizasyonda, basın toplantısı sonrasında konser sayısının 50'ye çıkartıldığını belirterek bunun, Jackson’ın durumunu daha da kötüleştirdiğinin üzerine gittiler.

58 yaşındaki Murray, alabileceği en yüksek cezayla, 4 yıl hapse mahkum edildi ve doktorluk lisansını kaybetti. Doktorluk lisansını kaybetmesi belki de hapis cezasından daha mühim, çünkü ABD’de mahkemeler ha deyince lisans iptali yapamıyor, ilgili eyaletlerin tıbbi kurulu toplanıyor ve ancak öyle karar alınabiliyor. Bir de Doktorun 4 eyalette çalışma lisansı varmış. 29 Kasım’daki son duruşmadan evvel, Doktorun LA'deki lisansı dondurulmuş, Hawai'dekinin süresi dolmuş, Texas ve Nevada’da ise doktorluk yapma hakkı hala elindeydi. Doktor, ilgili kanunlar gereği gerçekte 2 yıl yatacak ama LA’deki hapishanelerin dolu olmasından ötürü 2 yıldan daha kısa bile kalabileceği söyleniyor. Hatta bilirkişiler, sadece birkaç ay hapisten sonra Polanski vakasında olduğu gibi ev hapsiyle devam edilebileceğini de söylüyorlar. Buna da LA’in Şerif Amcası karar veriyormuş, oh ne ala memleket...

Katherine Jackson
Yargıç kapanış konuşmasında, Doktoru “toplum için tehlikeli” olarak nitelendirdi ve “Doktor Murray kendisine güvenen hastasına sahip çıkmadı. Bu, basit münferit bir olay değildir. Murray, hile ve yalanları içerisinde bir de Jackson’ı suçlamakta, ayrıca en ufak bir pişmanlık göstermemektedir.” Hakikaten de davayı izlediğim süre boyunca Murray, sanki bir taş gibi yerinde oturdu.

Jackson’ın annesi Katherine, “4 yıl yeterli değil!” dedi. Bunu dese de, yargıca teşekkür ederken, Doktorun maksimum cezayı aldığının bilincindeydi.